Christian Ditter’ın yönetmenliğini, yapımcılığını ve senaryo yazarlığını yaptığı çarpıcı fütürist sorgulamalarla ‘Dark’ etkisi yaratacağı düşünülen bir Alman yapıtı daha Netflix ile izleyiciye sunuluyor. Biyoloji bilimlerinin teknoloji ile iç içe gelişmeleri, dizi evrenini olası yakın gelecekten bir laboratuvara çevirmiş durumdadır. Transgenik bitkilerin öğrencilerin evlerinde bulunduğu, nispeten basit genetik çalışmaların çok yaygın olduğu ve biyolimünesans ışıkların gençlik partilerine apayrı bir hava kattığı dizide yoğun bir şekilde bisiklet ve elektrikli arabaların kullanılmasının altında ise insanlığın ileride doğaya karşı daha tutarlı olması isteği yatıyor diyebiliriz. Tabi öğrenciler biyolimünesans ve biyopiyanolar ile eğlene dursunlar profesörleri ise CRISPR gibi gen mühendisliği ve sentetik biyoloji ile açık ve gizli laboratuvarlarında çok daha uç projeler üzerine çalışıyorlar. İnsanlığın peşini bırakmayan intikam duygusunu her daim diri tutan Mia Akerlund’un bu doğal savaşımının etrafında şekillenen bilim-kurgu iddiası gütmeyen senaryo ise onu, yasaklı deneyleri yapmaktan çekinmeyen ve insanlık tarihinde büyük değişiklikler yapmayı düşünen Profesör Lorenz ile karşılaştırır. Peki Lorenz, Mia’yı hedefinden saptıracak mı yoksa tam tersine onu bu amacına yaklaştıracak mı ya da hedefin ta kendisi mi olacak? Profesör Lorenz ve asistanı açık laboratuvarlarında basit genetik problemler üzerine çalışırken gizli laboratuvarlarında ise asistan Jasper’ın da muzdarip olduğu Huntington gibi genetik hastalıkların tedavilerinin gölgesinde biyolojik silah sayılacak güçlü virüsler ve en önemlisi de olumsuz sonuçlarını önemsemeden insan türü üzerine kalıtsal etkiler bırakabilecek araştırmalar yapıyorlar. Huntington hastalığına gizli bir şekilde gen tedavileri geliştirmeleri, özellikle günümüzde de SMA hastalığında olduğu gibi tedavinin fiyatını Lorenz’in astronomik bir rakamla belirleyeceği eleştirisiyle sunuluyor. Profesör Lorenz, yıllardır uğraştığı yeni bir homo türü ismini çağrıştırdığı “Homo deus” projesi ile görünürde gelecekte hiç hastalanmayacak yeni bir insan türü hedeflerken bunun özellikle kendisi tarafından olması için her türlü kirli yola başvurması ve embriyolar üzerinde yaptığı çok ciddi gen düzenlemeleriyle başkalarının hayatları üzerinden çıtayı epey yükseltmesi Adolf Hitler’in yaptırdığı tıp deneylerini hatırlatmıyor değil. Tekno-gerilim iddiasıyla piyasaya giren, senaryosu da biraz yavan kalmış diziyi bu nedenle bilim-kurgunun tavan yaptığı ve senaryolarının fazlasıyla zengin kaldığı ‘Fringe’ gibi dizilerle karşılaştırmamamız gerekir. Biohackers, CRISPR gibi gen teknolojileri özelinde mümkün bir gelecek sunarak bizlere bazı sorgulamalar yaptırmayı amaçlıyor olabilir. Örneğin; bizler de gelecekte gen teknolojileri etik ihlaller yapacak mı ve yaparsa kalıtım dolayısıyla insan türünün gelişimini, geleceğini ne kadar ve nasıl etkiler gibi sorgulamalarda bulunabiliriz. Olayların geçtiği üniversitenin girişinde “Die wahrheit wird euch frei machen” yani “Gerçek sizi özgürleştirir” sözüyle de bilmediğimiz şeye bir şekilde korku ile bağlanıyor olduğumuz gerçeğinden yola çıkarak bilim ve teknolojinin en uç noktasını bilmeye cesaret etmenin bizi özgürleştireceğini anlatmak istiyor olabilirler. Bilimin, teknolojinin ve genel olarak geleceğimizin uç noktalarını bilmekten korkmamız hiçbir şeyi değiştirmeyecek ancak bu bilgeliğe insan oluşumuzu unutmadan ulaşmaya çalışırsak yarınlara daha güzel bir dünya bırakabiliriz.
top of page
bottom of page
Comments